Sık Sorulan Sorular
Müslümanların cemaati olmalı mı?
Elbette olmalı. Fakat bugünkü sadece tesbihatçı ve “şeyhinin eteğine yapıştığın gibi seni cennete koyan” bir cemaat olamaz. Ancak özellikle gençliğin boş zamanını değerlendiren ve İslami spor, İslami müzik ve İslami otelciliği yaşatan cemaate çok ihtiyaç vardır.
Kur’an-ı Kerimde de cemaate işaretler vardır; ancak tamamen müfessirin yorumlamaları arasından çıkarılacaktır. işte bir denemesi:
Hamd Nedir?
Hamd; Kainattaki yaratılmış olan, yaratılmakta olan, tüm varlıkların niteliklerini, Allah’ın tecellisi önünde, ritmik ve gür bir sesle ve topluca dillendirmektir.
Ben Hamd kavramına böylesine farklı bir tanım getireceğim. Diyeceğim ki cemaat çalışmaları hamd demektir. Cemaatlerin üsve-i hasene oluşturma çabaları hamd demektir. Cemaatlerin üsve-i hasene oluşturmak için spor etkinlikleri gençliği oluşturmak maçıyla okullarda veya işyerlerinde gözteri düzenlemeleri hamd demektir.
Üsve-i Hasene sahibi olmuş yüce şahsiyetli kanaat önderlerinin başörtüsü zulmü gibi, belli bir konuda “ilişkiler ağı” içindeki tüm iletişimleri Allah’a cc ait kılmak, hamd demektir.
Bu kişilerin aynı fiziksel mekânda olabilecekleri gibi telefon, İnternet, görsel veya yazılı medya aracılığı ile iletişimde bulunmaları, bir ilişki düzenine girmeleri onların bir ilişkiler ağı oluşturmaları hamdir. Bir başka tanımlamayla; hamd ağı, karşılıklı yararlar için insanlar arası ilişkilerin geliştirilmesi diye düşünülebilir.
İnancından dolayı tesettürlü giyinen öğrenci kesiminin İnternet üzerinde e-posta ile haberleşmeleri, bir tesettürlüler dergisi veya bülteni yayınlamaları, zaman zaman üsve-i hasene olmuş kanaat önderi yüce şahsiyetle toplanarak bilgi ve deneyim alışverişinde bulunmaları, katılımlı tesettürlüler gezisi düzenlemeleri topluluğun bir tesettürlüler ağı oluşturmaları “hamd”dir.
Kur’an’da hamd, hepsi Allah’a nisbet edilmiş olarak 43 yerde geçmektedir. Ayrıca, 17 âyette de Esmaü’l-Hüsna’dan “hamîd” ismi yer almaktadır. Bir yerde de hamd edenler anlamında “hâmidûn” kelimesi kullanılır. Peygamberimiz’in ismi olan ve hamd kökünden türeyen “Muhammed” kelimesi, 4; “Ahmed” ise 1 yerde geçer.
Edille-i Şer’iyye, “Dört” müdür?
Ya Sin Suresini bilimsel açıdan yorumlamak istiyorum. Videoyu inşallah yakında You tube’a yüklemek arzusundayım.
1 Yâ. Sîn…
Yasin Suresi Mekke’de nazil olmuştur ve 83 ayettir. Kur’an sözcüğünün burada belirtilmesi Kur’an-ı Kerimin Mekke’de nazil olduğunu belgelemektedir. Çünkü Kur’an sözcüğü, Kur’an mesajının peyderpey toplandığı Mekke dönemidir. Kur’anın toparlanması ve Beyan adını alması 23 yıl sürmüştür.
DİKTA YÖNETİM: Milli İrade, Resul ve Recul
Kur’an kültüründe dikta yönetimden “Karye Ashabı” olarak söz edilmektedir. Biz, XXI. yy tefsircisi olarak “Karye Ashabı” kavramını, günümüz siyasi bir kavramı olan “Dikta Yönetim” sözcüğüyle örtüştürüyoruz ve Kur’an kültürünü “Konuşan Kur’an”a dönüştürüyoruz.
Güç ve izzet Allah’ın cc… Siyasi irade katılımıyla da siyasi güç kamusal alan olan devlete geçer. “Güç, insanı kötü yapar; mutlak güç mutlak kötü yapar” atasözüne göz atarsanız ve iyi düşünürseniz; bizim anlatmak istediğimizi özetlemekte olduğunu daha iyi anlayacaksınız.
Diktatörlüklerde her şey devlete aittir ve devleti yöneten kutsallaştırılmış bir lider vardır.
Bugün Müslüman ülkelere bakacak olursak Suud Kırallığı ve İran İslam Cumhuriyeti, dikta yönetimine en güzel örnektir. Irak’ta Saddam Hüseyin ve Libya’da M. Kaddafi de ülkelerini, yabancı ve karanlık mandacı dikte yöntemiyle yönetiyordu.
İslam ülkelerinin tamamı dikta yönetim altındadır. Türkiye Cumhuriyeti ise çoğulcu ve katılımcı politikasıyla yeni bir kurtuluş mücadelesi yaşamaktadır.
Hüsnü Mübarek… Enver Sedat
Paris’te kime sorsanız gösterir; “Şu 5 katlı rezidans Bin Ali’nin”, “Şu paha biçilmez bina Belhasan Trabelsi’nin”, “Şu mülkü Cemal Mübarek satın aldı…”
Cote d’Azur’de kime sorsanız sayar; “Şu muhteşem villa Bin Ali’nin kardeşlerinden birinin”, “Şu yazlık saray Trabelsi’lerden birinin…”
Sadece Bin Ali ve Mübarek klanlarının değil, Kara Afrika diktatörlerinin de servetleri on yıllar boyunca Avrupa’ya aktı; Omar Bongo’dan/Gabon Denis Sassou Nguesso’ya /Kongo, Theodoro Obiang Nguema’ya/Ekvator Ginesi kadar. Hepsi İsviçre bankalarında yüklü hesaplar açtırdı, hepsi Paris’in en zengin semtlerinde en pahalı evleri satın aldı. İçlerinden şato alanlar bile çıktı.
Sadece Afrika diktatörleri değil, Ferdinand Marcos’tan/ Filipinler, Baby DocDuvalier’e/Haiti kadar dünyanın tüm kıtalarındaki diktatörler halklarından çaldıklarıyla edindikleri baş döndürücü servetleri Avrupa’da akladılar.
Hem de nasıl aklama! Erdal Şafak Diktatörlerin servetleri 16 Şubat 2011,
Din-Bilimsellik
Acaba “Karye Ashabı” kavramını akademik bir deyim olan “Dikta Yönetim” kavramıyla özdeşleştirmek dine aykırı mıdır? Allah’ın cc iradesine ters mi, düşer? Böyle bilimsellik ve bilimsel yorumlama, Kur’an kültürünün ruhuna aykırı âmıdır? 5. Ayet-i kerimedeki “boyunlarındaki bukağılar” deyimi, yasakçı devlet vatandaşına demir köstek” anlamını taşımaz mı? Daha açık deyimle; “Vatandaşın zekasına at gözlüğü takmak” deyimiyle özdeşleşmez mi?
1960’lı yıllarda, Kemal Tahir’in Batı algısını gösteren şu ifadeleri de oldukça dikkate değerdir: “Batılı.., her nasılsa Hıristiyan kilisesinin nass’larını rafa kaldırmış ve onun yerine akıl bayrağını göndere çekmiştir. Bu laik reform hareketi, kısa zamanda Batı’ya bir üstünlük sağladı. Hristiyanlığa dayalı altürist ahlak yerine, aklın gayri meşru çocuğu olan egoist ahlak geldi oturdu.”
Osmanlı’nın Batı karşısındaki maddi yenilgisi hakkında ise, “Bir kristalle bir taş çarpışmış, taş kristali kırmış!… Taş mı değerli kristal mi, diyorum size… Hadi cevap verin!” İsmet Bozdağ, Kemal Tahir’in Sohbetleri, İstanbul 2003, s. 63-64
Günümüzde Batı karşısında, en azından, meselâ Kemal Tahir hizasında, aşağılık duygusu ve yenilgiden uzak, izzet ve şerefinin farkında güçlü bir İslâm düşüncesi geleneği olup olmadığını nedenleriyle sorgulamalıyız.
Bundan başka din-bilimi nelikleri açısından aynı hizada, belki de her ikisini hakikatin farklı yüzü olarak gören iki anlayıştan daha bahsedilebilir.
İlkinde bilim dinin alanına giremediğine göre dinin zaman öncesinden haber verdiği hakikatlerin bilimce; diyelim Karye Ashabının dikta yönetimdekiler olarak yorumlanması gibi birer birer doğrulanması; Kur’an-ı Kerim’i bilimsel yoruma tâbi tutan en somut örnektir.
Bu noktada bilim tarihindeki, “her kültür kendi gökyüzüne bakar ve her bakış kendi gökyüzünü yaratır” ilkesini anımsatır. İşte bu süreç iman ve zihin dünyamıza, varlık ve bilgi anlayışımıza hareketli mezhep ve İcma’-ı Ümmet gerçeğini zorunlu kılar. Bu nedenle biz sistemimizin yeniden işler hale getirilmesini ölüm-kalım meselesi olarak görüyoruz.
Demek ki her bilgi, tümelden olguya doğru, sistematik bir bütünün parçasıdır. Her bilim, teknoloji ve kültürün ardında bir felsefe, felsefenin ardında bir metafizik/vahiy vardır.
Diğerinde ise din bilimin alanı içindedir. Buna göre din; bilimsel keşiflerin ışığında her dem yeniden yoruma tabii tutulur. İlkinde dini esas alarak bilimin ona göre yorumlanma eğilimi ağır basarken, ikincisinde ise bilim esas alınarak dinin ona göre yorumlanması eğilimi ağır basmaktadır. Kanaatimizce, dinî bilgi ile bilimsel bilgi arasındaki mahiyet ve mertebe farkını ihlâl eden bu yaklaşımların her biri sorunludur.
Mezhep Saplantıları
Dört maddelik Edille-i Şer’iye, “Dört Mezhep”te ısrar yüzünden sadece “Kitap” maddesinde dondurulmuştur. Diğer üç madde, Ehl-i Sünnet-Mealcılar çatışması sonucu rafa kaldırılmıştır. Dinde inatçıların bu çatışması, kangrene dönüşme sonucu vesayetçiliğe kapı aralamıştır.
“Arap Baharı” kurtuluş sürecini vesayetçi yabancı güçler başlatmış ve mezhep saplantılarını hortlatarak Müslüman halkların uyanmasını geciktirmektedir.
Bütün Müslüman ülkelerde, askeri dikta yönetiminin ipleri, vesayetçi yabancı güçlerin elinde sıkıca tutulmakta ve devlet terörüyle ayakta tutulmaya çalışılmaktadır.
Sabah erken kalkanın darbe yaparak kontrolü ele geçirdiği şiddet olayları, diktatör üretir. Meksika Başkanı: Senatonun onayıyla Cumhuriyet Başsavcısını, valileri, maliyenin yüksek memurlarını ve Yüksek Mahkeme üyelerini, İçişleri bakanını, üst düzey diplomatları ve ordunun üst düzey komutanlarını atar; diğer ordu komutanlarını Senatonun onayı olmadan atayabilir.
Fakat meşruiyetini belli bir dönem için seçim yoluyla halktan alan ve yönetim süresi dolduğunda bu hakkını serbest seçim ile tekrar yenileyenlere diktatör denilemez.